Söz'ün Dijital Gücü
Söz hakkında söz sahibi olduğuma inanmamı sağlayan nedenlerimi sıralayacağım ki siz de sözünü ettiğim konuda söz hakkım olup olmadığına dair bir karar verebilin.
20 yıldan daha fazladır seslendirme yapıyorum. İngilizce ve Türkçe olarak radyo ve TV programlarında dış ses oldum, haber - spor - hava durumu bültenlerine perfore yaptım, tanıtım filmleri, çizgi filmlerdeki animasyon karakterler, video oyunları ve en önemlisi radyo, TV, sinema ve internette yayınlanan yerel ve uluslararası reklamları seslendirdim. Yüzlerce kurum, kuruluş, marka, tanıtımını yapmak istediği ürün ya da hizmeti benim aracılığımla aktardı.
Spor karşılaşmaları, ödül törenleri, toplantılar, konserler, sahne gösterileri ya da ortak isimleri ile canlı etkinliklerde insanların önünde, yanında ya da arkasında dev sahnelerde on binlerce kişiye konuştum, onlara yaşadıkları deneyimler unutulmaz kılan anları yaşamalarında sesimle eşlik ettim. Eğitim ve seminerlerime katılan çoğunlukla öğrencilere Farkındalık, Kendini Tanıma ve İfade ile Gerçekliğin Dil Kodları konularında konuşmaya devam ediyorum.
Anlattığım konuların ötesinde metin yazarlığından kitap yazarlığına, dili yazılı haldeki ifade unsuruna dönüştürme konusunda hem düz yazı hem şiir zaten kişisel yolculuğumun başlangıcından beri vardı. Düşünce Söze Düşünce adındaki ikinci kitabımı yayınladığında bundan 18 yıl önceydi.
Söz’ü sesli ve yazılı olarak aktarmanın yanı sıra görsel olarak da ifade etmek, hem fotoğraf hem de hareketli görüntülerle müzik videosundan reklam filmine, belgeselden günceye pek çok video prodüksiyonu benim yönetmenliğim ve el/göz emeğimle gerçekleşti.
Artık profesyonel olarak devam ettirmesem de 20 yıl boyunca Türkiye’nin en çok dinlenilen radyo istasyonlarından birinde aralıksız olarak program yaptım. Bu süreç içinde TV’de ve internette yayınlanan programlarım da oldu.
Boğaziçi Üniversitesi’nde Batı Dilleri ve Edebiyatları Bölümünden mezun olduğumda DiL bilimi hakkında bir de akademik sertifikam vardı.
Asıl soru bütün bunları yaptığım için mi Söz’ün gücüne ulaştım yoksa Söz’ün gücü sayesinde mi bunları yapmayı becerdim ve halen profesyonel olarak yapmaya devam edebiliyorum?
Herşeyden önce gaz ve toz bulutu vardı diye de başlamayacağız. Gaz ve toz bulutundan da önce kainatın var olduğu ilk an’da eğer Big Bang, büyük patlama vardı diye inanıyorsanız o patlama da aslında bir söz’ün yoktan var olduğu şu an gibi birden bire var oldu. Varlık her an aslında yeniden tekrar eden bir yaratım döngüsü sürecinden ibaret. Bir döngü ve bu döngü evrenin içinde hem eviren hem de evrilen şeyin kendisi.
İnanç tarihine ulaşabilmek için insanların sahneye çıkmasını beklememiz gerekiyor ancak o kadar zamanınızı almaya niyetim yok. Birkaç milyon yıl sonraya hızlı bir geçiş yapalım, yaratılış ile ilgili eski ve yeni ahitlerde yani Zebur, Tevrat ve İncil’de Yuhanna suresinin ilk ayeti bakın ne diyor: Başlangıçta zaten var olan Söz’dü. Yunancası Logos. Tam çevirisi tek sözcük ile değil birkaç kavramın bileşimi ile mümkün olan bu SÖZ, bu kutsal kitaba göre Tanrı ile birlikteydi ve hatta Tanrının kendisiydi. İnanç tarihinin bir sonraki ve kutsal kitapların son aşaması, ilk inen ayetinde Oku diye geliyor. Okumak yine bildiğimiz anlamlarından biraz daha derin ve bileşik bir yapı taşıyor. Dua etmek, şarkı söylemek, lanet okumak, içinden geçirmek, zikretmek gibi kavramları birleştirince çıkan bu büyük resimdeki OKU, yaratan rabbinin adı ile oku diyor. Biri söz tanrıydı derken diğeri söz’ü tanrının adı ile insana hediye ediyor. Söz tanrıların insana en büyük armağanı ve laneti. Babil’in kulesinin yıkılması hikayesinin sonunda insanlar birbirlerini anlayamayacakları kadar çok ayrı dil ile bir karmaşa içine düşer. Ses, içten dışarıya çıksa da çıkmasa da düşünceden yazıya ya da söze dönüşebilmesi için soyuttan somuta bir geçiş yaşamak zorunda. Düşünceyi hayal ya da rüyadan ayıran özellik, aktarılabilir bir şekli olmasını sağlayan yapısı. Bu yapı sesi, söze dönüştürürken soyuttan somuta, eterik yapıdan kristal yapıya çevirir. Bu yapısallık sayesinde dua eden, bebeğine uykusu sırasında onu sevdiğini fısıldayan sözler ile tartışan, savaşan, kavga, hakaret ve lanet eden sözler aynı kaynaktan çıkabilir. Şeytan da melek de insandır.
Söz’ü bu kadar güçlü kılan şey anlam’ı taşıyan kap olmasıdır. Anlam SÖZ’ün içine dolar. Gücün kaynağı anlam, yapısı ses ya da yazı. Peki anlam sadece anlatanın sorumluluğunda mı? Benim anlattıklarımı biriniz yanlış ya da eksik anladığınızda sorumluluk kimin? Mevlana’ya göre Sen ne bilirsen bil, bildiğin karşındakinin anladığı kadar. Anlattıklarımı, sözlerimi bir şarkı olarak düşünün, peki siz bu şarkıyı sevmek için sözlerini anlamak zorunda mısınız? İnsan sesi, ilk ve en yetkin müzik enstrümanlarından biri. Müzik de aynı nedenlerle bu kadar büyük bir güce sahip. Söz’ün farkı sadece duygular değil düşüncelere de hitap edebilme oranı. Müziğin düşünceye ulaşabilmek gibi bir kaygısı yoktur çoğu zaman ancak bu güce sahip olduğunu kimse inkar edemez.
İnsanların ortak yeteneği dil, türümüzün ayırt edici temel özelliklerinden biri. Dilsiz bir insan dahi kendi içinde düşüncelerinin farkına vardığında kendi kendisi ile bir alışveriş içine girer. Düşünce ve bilincin varlığını ancak aktarıldığı zaman kanıtlayabiliyoruz. Az önceki soyuttan somuta boyut değişimini hatırlayın. Descartes’ın yanlış anlamaya neden olan çevirilerden ötürü bunca zaman tersinden anladığım sözünü buna örnek olarak gösterebiliriz. Düşündüğüm kanıtına bağlı olarak iddia edebilirim ki VAR’ım. Bu var ve yok, bir ile sıfır, devrenin açık ya da kapalı olduğu değişkeni binary code ile yazılan programlamadan felsefeye her düşüncenin aslında içimizden geldiğini ve dışarıda gördüklerimizi örüntülerin yapısını gözlem yolu ile öğrenerek ya da ayırt edebildiğimiz yeni desenleri adlandırarak kendimiz yarattığımızı görüyoruz.
İnsanlık dediğimiz milyarlarca üyesi olan ve bugüne kadar ölmüş herkesi dahil ettiğimizde epey kalabalık bir aile haline gelen topluluğun her bireyinde farklı bir DNA, Retina ve Parmak izi varken herkes bir şekilde aynı. Herkesin aynı olarak değerlendirilebilmesini sağlayan, bizi bir tür olarak birbirimize bağlayan fiziksel, zihinsel ve ruhsal özellikler yine aynı zamanda birbirimizden ayrı düşmemize de neden olan temel unsurlar. Farklılık, eşsizlik insan türünün sıradan özelliği.
Farklılıkları oluşturan ortak bir kod var. Aynı kod ile yazılan fraktal / örüntüsel yapı aynı ya da farklı görünebilmesini sağlıyor. Bir derede iki kere yıkanılmaz diyen Heraklit’in değişmeyen tek şeyin değişim olduğunu ilan etmesi de aynı paradoksu içeriyor. Paradoks sayesinde SÖZ en büyük zihinsel gücüne burada erişiyor ve varlık ile yokluğu aynı anda tanımlayabilen hiçlik ve heplik arasındaki farkın bir bakış açısından ibaret olduğunun anlaşılabilir hale gelmesini sağlayan zihinsel kodları barındırıyor. Paradoks bu boyuttaki varlığımızın temel özelliği.
Biz insanlar, deneyimlerimizi, düşüncelerimizi, hayallerimizi, yaşadığımız gerçekliği söz sayesinde potansiyel olarak kalıcı ve aktarılabilir hale getirirken bir yandan da kendi gerçekliğimizi yaratma gücüne ulaştık. Sanal gerçeklik, Virtual Reality de olsa artırılmış yani yarı - sanal gerçeklik Augmented Reality de olsa veriyi işleyen merkez ortamı ve içindekileri bir koda bağlı olarak her an yeniden yaratıyor. Bu kod ise insanın doğuştan gelen dil ve iletişim yeteneğine bağlı. Bizimle aynı gerçeklik kabullerine sahip olmayan insanlara özel gömlek tasarımlarımız mevcut. Farklı dünya dilleri gibi benzer işlev gören programlama dilleri var. Yine de temel ihtiyaç ne demek istediğini bilmek olduğu kadar söyleneni asıl niyetine göre anlayabilmek yani iletişimin iki yönünün de doğru çalışıyor olması.
Milyarlarca yıllık bir gezegenin son birkaç yüzyılında geldiğimiz yeri o kadar büyük hızla artan bir ivme ile algılamaya başladık ki herşey, zaman dahil olmak üzere daha önce görülmemiş bir hıza ulaştı. Aslında binlerce yıllık kehanetlerin gerçekleştiğini görüp kenardan kendisini akışa kaptırmış savrulanlara şevkatli gözlerle bakan bilgeler de mevcut ancak yine de içinde bulunduğumuz zaman bundan önceki her dönem gibi kendi kıyamet alametlerini en yüksek düzeyde yaşıyor. Birkaç düğmenin arkasında nükleer felaket var diyenlerden, binlerce yılı yok eden bir hızla yutan gezegenin sıcaklığına odaklananlara herkesin derdi sözünü dinletmek. Oysa sözün değeri onu anlayandan kaynaklanıyor bunu özellikle göz ardı edip kendi değerlerimizin ederini kaşımızdakilere kabul ettirmeye uğraşıyoruz. En basitinden, dünyanın politik sınırlarını ortadan kaldıran internete bağlanmak için bir söz vermeniz gerekiyor, adı PASSWORD. Paranın temsil ettiği ticaret ve değer ilişkisini tepe taklak edeceğine inanılan BLOCKCHAIN teknolojisi bile iki kişi arasındaki alışverişe birinin şahitlik etmesi esasına dayalı. 3. şahsın sözü ancak bir durumu kabul edilebilir gerçek haline getiriyor. nöro-ağ , neural network üzerinde karşılıklı anlaşma üzerine kurulu koşulların yarattığı bir ortam yine sadece söz’de öyle yani sanal, ancak her hali ile fazlasıyla gerçek. Çünkü gerçeklik tanımını yapan sözler değişti.
Fizikselin ötesinde bir tanımı artık bütünsel gerçek saydığımız dünyamızda eğer google’da yoksa bir olay ya da veri rahatlıkla tamamen yok sayılabiliyor. Sosyal medyada paylaşmazsak bir şeyin yaşandığını kimseye kanıtlayamayacağımız bir hale geliyoruz. Haber, eğlence, eğitim, bilgi, geyik neredeyse tamamen dünyanın dijital tarafına taşındı. Gazeteler, dergiler, kitaplar basılmalarına kadar sayısal ortamda var olup, hazırlanıp, düzenlenip öyle doğuyor. Gerçek hayat dediğimiz şeyi fazlasıyla etkileyen yeni mecralar sayesinde kazanılan gerçeküstü miktarlarda para da sanal mı? 280 karaktere çıkan ifade alanı devletleri yerinden oynatmaya yetecek bir güce sahip. Neden? Okuyanlar bu sözlere verdikleri değer ile harekete geçmeyi tercih ettiği için.
Bilinci beynin içinde aramak yayını anlamak için radyo kutusunun içine bakmak gibi… anlaşılabilir bir dürtüden kaynaklansa da sonuca ulaşma konusunda yetersiz. Bilinç söz’e gücünü veren şey yani anlam’ı, öz’ü oluşturan herşey bu alemde var oluyor. Bilinçli tüketiciler olarak size hayatınızdaki satın alma kararlarını etkileyen biri olarak tüm samimiyetimle yüretkten söylüyorum: Herşeyi sorgulayın. Duyduklarınızı sorgulamadan dinlediğiniz sürece gerçekliği tanımladığınız kavramlar, kodlar, sıfatlar ve adlar bir başkasının ifadesinden alıntı olacak. Kendi hayatınızı, kendi gerçekliğinizi, kendi dünyanızı yaratmanın tek yolu onu tanımlamaktan, adını koymaktan; önce anlayıp sonra anlatarak aktarmaktan geçiyor. İşte burada söz devreye giriyor.
Söz de müzik gibi anlamının yanı sıra bir de tınısı ile etkili olabiliyor. Ancak deneyimlenerek ne olduğu anlaşılabilen bir olgu olarak müzikten farklı olarak hisleri olduğu kadar, hatta daha büyük oranda düşünceyi oluşturmaya, saklamaya, aktarmaya, değiştirmeye, yok etmeye ve yaratmaya yarayan şekil, biçim, form SÖZ. Herşey müzik olabilir. Herşey söz olamaz. Ses, yazı, düşünce anlamı içine alıp taşıyabilmek için söz’e dönüşüyor.
Çok okumak yerine anlamak. Çok söylemek yerine anlatabilmek. Kütüphaneler dolusu bilgi, okuyup anlayıp uygulayacak olmadıkça boş laf. Sözü anlamlı kılan kalıbı uçtuktan sonra kalan ÖZ’ü… Deneyimlerimizi ve bize yansımalarını tanımlayan kendimiz olabildiğimiz zaman SÖZ’e değil ÖZ’e bakmayı becerebileceğiz. Söz’ün özü, öz gücün kendisi olsa da bu boyutta var olabilmek için bir bedene ihtiyaç duyuyor ve buna da söz diyoruz. Söz’ün Dijital Gücü de doğal olarak öz’ü bu boyutta taşıyan araç olmasından geliyor. İşlevi bu kadar önemli ve değerli olan araçların hepsinde olduğu üzere şekle takılanlar bir süre sonra temsil ettiği değerden gücünü alan temsilciyi bu gücün sahibi olarak görme yanılgısına düşmeden duramıyor, araç amaç haline geliyor. ÖZ, SÖZ bir olduğunda asıl güç var oluyor.